29 Aralık 2016 Perşembe

Her Çocuğun İlk Hayali: Velespit...

“Çocukken, bana ait bir bisikletimin olmasını hayal ediyordum. Hayalim gerçek olduğunda Liverpool’daki, hatta belki de dünyadaki, en mutlu çocuk ben olmuştum. Sanki o bisiklet için yaşıyordum. Diğer çocuklar bisikletlerini bahçeye bırakırdı, ama ben evin içerisine alırdım hep, hatta ilk gece bisikletimle yatmıştım.”
John Lennon

Çocukluğumuzun vazgeçilmezi, hatta en büyük hayalidir bisiklet. Ailemize bir konuda başarı sözü verirken hep ödül beklentimizdir. Daha başarılı olmak için çok çalışma ve hatta hırslanma nedenimizdir. Şimdi birçoğumuz, her ne kadar kendi ayaklarımız üstünde durmaya başlayınca tekerleklerine boncuklar taktığımız çocukluk hayalimizi ötelese de bisikletin hayatımızda yeri her zaman bir başkadır.
Medlife Adana dergimizin bu sayısında sizlere çocukluğumuzun vazgeçilmez eğlence kaynağı olan bisikleti anlatacağım.
Bisiklet günümüzde kadın ve erkeklerin birlikte yapabildiği özel bir sağlık sporudur. Oldukça ustalık isteyen bu sporda başarı için önemli olan çok çalışmaktır. Peki çocukluğunuza geri dönüp hayalini kurduğunuz bisikleti almaya karar verdiniz ve bu sporun değişmez bir par
çası olmak istiyorsunuz ne yapacaksınız?
Öncelikle bisikletin size ne gibi faydaları olacağını belirtmekte yarar var. Bisiklete binmeye başlayınca varmak istediğiniz noktaya daha çabuk ulaşabilirsiniz. Ayrıca sporu dışarda gerçekleştirdiğimiz için gün ışığından daha çok faydalanırız. Sürekli egzersiz halinde olduğumuzdan dolayı bağırsaklarımızın daha çok çalışmasını sağlarız. Bu da özellikle şişkinlik hissimizin azalması demektir. Ayrıca düzenli şekilde bisiklet sürmek, vücudumuzun bağışıklık sistemini güçlendirerek hastalıklarla daha kolay baş etmemizi sağlar. Aynı zamanda kalp ve damar hastalıkları, diyabet, yüksek tansiyon ve obezite riski azalır. Ayrıca bisiklet sporu ailecek yapabileceğiniz ender spor dallarından biridir. Günün yoğun temposundan kurtulup ailenizle eğlenceli zaman geçirmek istiyorsanız bisiklet bu konuda size yardımcı olabilir.
Sıra geldi bisikletimizi seçmeye.
Şehir içi bisiklet: Özel bir durumdan ziyade adından da anlaşılacağı gibi şehir içi kullanımlara göre tasarlanmış bisiklet türleridir.
·         Tekerlek çapı büyüktür ve incedir. Yere daha az temas eden ve daha büyük çaplı tekerlek, daha az enerji ile hızlanmak anlamına gelir
·         Genellikle vites aralıkları çok kondisyon gerektirmeyecek bir aralıkta yapılırlar.
·         Konforludurlar.
·         Üzerindeki ekipmanlar genellikle dağ bisikletlerindekilerle aynıdır ve ağırlıkları bu yüzden eşittir.
·         Tekerlekleri ince olduğu için sadece asfalt kullanımına uygundurlar. Toprak vb. yollarda kullanımı zor, arazide ise mümkün değildir.
Dağ bisikleti: Zorlu parkurlara göre tasarlanmış, her türlü arazi şartlarına uygun bisikletlerdir.
·         Kalın ve dişli lastikleri sayesinde diğer bisikletlere göre yol tutuşu her zaman iyidir. İstenilen her şartta kullanılabilir.
·         Normal bir dağ bisikletinin lastikleri 26″ olacaktır. Uzun turlarda ya da uzun soluklu asfalt kullanımında yüzeyi kalın ve çapı ufak olan bu tekerleklerden dolayı daha fazla enerji sarfiyatına neden olacaktır.
Yol/Yarış bisikletleri: Sürat ve uzun mesafe kullanım için tasarlanmışlardır. Daha ince ve daha büyük tekerlekleri (28″, 29″ gibi) vardır.
·         Hafiftirler
·         Büyük tekerlekleri sayesinde daha az enerji ile hızlanmaya müsaittirler.
·         Konforsuzdurlar.
·         Vites aralıkları esnek değil ve güç ile hız odaklıdır ve kullanmak için kondisyon gerektirirler.
Katlanabilir bisiklet: Kısa mesafeli şehir içi kullanımları için ideal bisikletlerdir. İş yerinizde masanızın altında rahatlıkla muhafaza edebileceğiniz türden araçlardır.
·         Portatif ve kolay taşınabilmesi.
·         Hafif olması.
·         Geniş vites aralıklarıyla sıfır kondisyon ile ulaşımı mümkün kılar.
·         Küçük tekerlekleri uzun turlara uygun değildir.

Bisiklet her ne kadar çocukluğumuzun değişmez bir öğesi olsa da aynı zamanda şehir trafiğinin de bir parçasıdır. Nasıl motorlu taşıtlarda uymamız gereken kurallar varsa bisiklet için de bazı görevleri yerine getirmek gerekir. Her şeyden önce bisiklet alırken lastiğinden tutun da pedallarına kadar her ayrıntıyı iyice incelememiz gerekir. Bu inceleme size hem güvenlik anlamında yardımcı olacak hem de kullanma alanınıza göre sürüş rahatlığı sağlayacaktır. 

26 Aralık 2016 Pazartesi

MEME KANSERİ HAYATINIZIN SONU DEĞİL

Meme kanseri tüm dünyada olduğu gibi bölgemizde de çok dikkat edilmesi gereken bir sorun. Son yıllarda görülme sıklığı oldukça artan meme kanseri kadınlarda en sık karşılaşılan kanser çeşidi. Özellikle son dönemde gerçekleştirilen tedavi yöntemleriyle hastalıktan kurtulma riskimiz artsa da en önemli tedavi yöntemi umudu kaybetmemek. Meme kanseri konusunda yaptığı çalışmalarla hastalarına umut olan hastanemiz Genel Cerrahi Uzmanı (Cerrahi Onkolog) Doç. Dr. Tamer Çolakoğlu’na meme kanserini sorduk.
Meme kanseri nedir?
Meme kanseri, memenin kötü huylu hastalığı olarak tanımlanabilir. Klasik olarak meme kanalından gelişir ve bu kanaldan bir tane sağlıklı hücrenin kontrolden çıkar. Zaman içinde bir kitle haline gelir.
Meme kanserinin belirtileri nelerdir?
Meme kanserinin belirtilerini, memede ele gelen kitle, meme başında kendiliğinden olan kanlı akıntı, meme başının içeriye çökmesi, meme derisinde izah edilemeyen kızarıklık ya da derinin portakal kabuğu halini alması şeklinde özetleyebiliriz. Meme kanseri birçok hastada herhangi bir bulgu vermez. Hastalık görüntüleme yöntemlerinde saptanır. Bu hasta grubu genelde erken evre meme kanseridir.
Memedeki her kitle kanser midir?
Memedeki her kitle kanser değildir. Açıkçası memedeki kitlelerin büyük çoğunluğu iyi huylu kitlelerdir. İyi huylu kitleleri içi sıvıysa kist, katıysa fibroadenom veya filloides tümör olarak üç ana gruba ayrılır. Filloides tümörler yarı hareketli fibroadenomlardan ayırımı zor olan kitlelerdir.
Meme kanseri tüm dünyada kadınların en sık karşılaştığı kanser çeşidi. Bölgemizde de hastalığın görülme sıklığı oldukça fazla. Kadınlar bu konuda nasıl önlemler almalıdır?
Meme kanseri kadınların en sık yakalandığı kanser sıralamasında ilk sırada ve de bu fark giderek açılıyor. Her bayanın hiçbir ek riski yoksa bile, 25- 40 yaş arası 2 yılda bir meme muayenesi ve ultrason, 40 yaşından itibaren 70 yaşına kadar yılda bir düzenli olarak meme muayenesi, mamografi ve ultrason yaptırmasını öneriyoruz.
Erken teşhis ve mamografi, meme kanseri konusunda oldukça sık duyduğumuz kavramlar. Bunların önemini anlatabilir misiniz?
Meme kanseri dünyada erken yakalanırsa, astım ve romatizma gibi sizin yaşamınızı tehdit etmeyen ama hayatınız boyunca birlikte yaşamanız gereken bir hastalık haline büyük bir oranda gelmiş durumda. Bu hastalığın hayatınızı tehdit etmemesini sağlamak için amacımız hastalığı kanserleşme olmadan çeşitli risk analizleri ile ortaya koyup başından önlemeye çalışmak, aşikar bir kanser olmuşsa da bunu erken evrede yakalamak olmalıdır. Düzenli takip ve gerekirse mamografi, ultrason veya meme MR’ı gibi görüntüleme yöntemleri olası meme kanserini ya da kanser öncesi durumları ortaya koymada başarımızdaki en önemli unsurlardır.
Meme kanserini tetikleyen ve riski arttıran faktörler nelerdir?
Meme kanseri için en önemli risk faktörleri kadın olmak ve yaşlanmaktır. Diğer faktörleri önem sırasına göre sayarsak, yakın akrabalarınız özellikle anne, kız kardeş veya teyzenizde meme kanseri olması, erken adet görmek, geç menopoz olmak, uzun süre alınan kadınlık hormonu, kilo, aşırı alkol, sigara, radyasyona maruz kalmak, meme kanserini arttıran risk faktörlerindendir.
Son zamanlarda oldukça sık duyduğumuz risk hesaplama yöntemi nedir? Hastanenizde uygulanıyor mu?
Biz artık meme kanserini erken yakalamak kadar kanser öncesi bir dönemde yakalamak istiyoruz. Dahası bir kadının meme kanserine yakalanma riskinin ne kadar yüksek olduğunu ortaya koymak istiyoruz. Meme kanseri olma ihtimali çok yüksek kadınlarda, her iki memeyi boşaltıp genelde protez ya da kendi dokusu ile meme rekonstrüksiyonu yaparak kanseri önleyici ameliyatlar yapıyoruz. Bu meme kanseri olma ihtimalini yüzde 1 ile 5 arasına kadar düşürüyor. Son zamanlarda ileri meme merkezlerinde bayanların meme kanseri olma konusunda taşıdıkları risk hesaplanıyor eğer ihtiyaç olursa bayanlara genetik danışmanlık veriliyor. Biz de merkezimizde bunları yapıyoruz.
Risk hesaplama yöntemi özellikle son dönemde magazinde yer alan bazı ünlülerin çok sık başvurduğu bir yöntem. Bu işlemi gerçekleştiren ünlülerin gerçekleştirdikleri işlemle ilgili bilgi verebilir misiniz? Genetik çalışma yaptılar mı?   Her kadın bunu yapmalı mı?
Meme kanserlerinin yaklaşık yüzde 5’i genetik geçişlidir. Genetik geçişli bir hastalıkta en önemli kanser  BRCA1 ve BRCA2 genlerindeki mutasyon dediğimiz bozulmalardır. Eğer ailenizde anneniz, kız kardeşiniz, teyzeniz veya kızınız gibi iki yakın akrabanızda biri menopoz öncesi 2 meme kanseri varsa, üç yakın akrabanızda meme kanseri varsa, bir yakın akrabanızda erkek meme kanseri varsa, yine yakın bir akrabanızda çift taraflı meme kanseri ya da meme kanseriyle birlikte yumurtalık kanseri varsa, siz genetik geçişli bir meme kanseri olma adayı olabilirsiniz. BRCA1 ve BRCA2 gen mutasyonu saptanan bir kadının meme kanseri olma ihtimali yüzde 80 üzeri, yumurtalık kanseri olma kanseri olmak ihtimali de yüzde 40’ın üzerine çıkıyor.
BRCA1 ve BRCA2 gen mutasyonu nasıl bakılıyor ve Gen mutasyonu varsa yaklaşım ne oluyor?
BRCA1 ve BRCA2 gen mutasyonu sıklıkla kanda çalışılıyor. Gen mutasyonu saptanan bayanlarda önce yumurtalıkların alınması, bir süre sonra iki memenin boşaltılması ile birlikte meme rekonstrüksiyonu yapmak gerekiyor. Meme rekonstrüksiyonu sıklıkla meme proteziyle ya da kişinin kendi dokusuyla yapılıyor.
Memenin boşaltılması meme kanseri riskini tamamen ortadan kaldırır mı?
Memenin boşaltılması meme kanseri riskini tamamen ortadan kaldırmaz ama meme kanserine yakalanma ihtimalini Yüzde 1-5’e kadar ciddi anlamda azaltır.
Gen mutasyonu bakılan ve de mutasyon saptanmayan hastalara yaklaşım ne olmalıdır?
Gen mutasyonu saptanmayan hastaların tümünün yakın akrabalarında meme kanseri olduğundan bu kişilerin ailesel olarak meme kanserine yatkın olduğu ve meme kanseri açısından yüksek riskli olduğu unutulmamalı ve yakın olarak takip edilmelidirler.
Ailesel meme kanseri nedir?
Meme kanserlerin %10-15’i ailesel diğer adıyla familyal kanserlerdir. Bu meme kanseri grubunu, gen mutasyonu bakılıp anormallik saptanmayan ve yakın akrabalarında çok sayıda meme kanseri olan hasta grubu oluşturur. Ailesel yatkınlıklarından dolayı meme kanserine yakalanma riski yüksek kişilerdir. Tecrübeli bir meme cerrahı tarafından yakın takip edilmelidirler. Bu kişilere bireyselleştirilmiş yaklaşımlar ile risk analizleri yapılmalıdır.
Bireyselleştirilmiş Yaklaşımlardan kastettiğiniz nedir? Kimlere öneriyorsunuz?
Meme kanserinin yaklaşık % 80 rastlantısal olarak ortaya çıkar. Yakın zamana kadar tarama programları meme kanserini erken aşamada yakalama oranını ciddi anlamda arttırdı. Başarılı bir şekilde meme kanserine bağlı ölümlerin azalmasına neden oldu. Zaman içinde görüntüleme yöntemlerinde, cerrahide ve genetikteki gelişmelerle, bir bayanın kişisel özellikleri hesaba katılarak meme kanseri olma riski değerlendirilebilir bir hale geldi. Örnek vermek gerekirse, ailesinde meme kanseri olan, meme yapısı yoğun ve kadınlık hormonu alan bir kadının, aile hikayesi olmayan, emzirmiş ve ekstra bir risk faktörü taşımayan birine göre meme kanserine yakalanma olasılığı çok daha yüksektir.  Biz her kadını bireysel olarak değerlendirip, nasıl takip edeceğimizi, hangi görüntüleme yöntemlerini uygulayacağımızı birebir belirliyoruz.
Kadınların kendi kendine muayene etme yöntemleri nasıl olmalıdır?
Biz her bayana ayda bir defa bir adet bitimine yakın bir banyo sonrası kendi ile baş başa olduğunda yani sakin huzurlu bir ortamda olduğunda iki göğsünün her birine en az bir beş dakika ayıracak şekilde muayene etmesini öneriyoruz. Muayene etme yöntemleri, önce ayna karşısında göğüslerinde bir değişiklik var mı yok mu diye bir kendini 45 derece 90 derece çevirerek elini beline koyup sıkacak şekilde öneriyoruz. Sonra yatağa uzanıp sırtına bir yastık koyup kolunu başının arkasına aldıktan sonra işaret, orta ve yüzük parmaklarıyla birlikte dairesel hareketlerle göğsünde ele gelen bir kitle olup olmadığını ve mevcut olan meme yapısında bir değişiklik olup olmadığını fark edebilirse dikkat etmelerini istiyoruz.
Yeni tanı konulmuş hastaya nasıl yaklaşılmalıdır?
Meme kanseri tanısını yeni almış bir hastada,  ilk olarak hastalığın hangi aşamada olduğunu anlamak istiyoruz. Meme kanserinin evrelemesinde, merkezimizde biz PET–CT çekiyoruz. PET-CT bize kemik, akciğer, karaciğer gibi uzak organlarda hastalık olup olmadığını ortaya koyuyoruz. İkincisi koltuk altı hakkında ciddi bir fikir veriyor. Eğer hastanın koltuk altında hastalık varsa biz bu hastaları önce kemoterapiye gönderiyoruz. Buna neo-adjuvan tedavi deniyor. Hastalığı erken aşamaya getirmeye çalışıp tekrar değerlendiriyoruz. Son olarak PET-CT bize hastanın meme koruyucu cerrahiye uygun olup olmadığı hakkında da bir fikir veriyor. Hastada meme koruma konusunda bir netlik yoksa bu hastalara meme MR’ı yapıyoruz.
Her meme kanserli hastanın memesi alınmalımıdır?
Hayır. Görüntüleme yöntemleri sonucunda meme korumaya uygun olan hastalarda memesinin tümünün alınmasının meme koruyucu ameliyatlara üstünlüğü olmadığı artık bilinmektedir.
Her meme kanserli hastanın koltukaltı lenf bezleri temizlenmelimidir?
Hayır. Gerek muayene gerekse görüntülemelerde koltuk altının temiz olduğunu düşünüyorsak meme başından bir ilaç verip koltuk altındaki ilk olası sıçrama ihtimali en yüksek olan lenf bezini bulup çıkardıktan sonra mikroskopa gönderiyoruz. Bu lenf bezine Bekçi diğer adıyla Sentinel lenf nodu diyoruz. Patoloji sonucunu yaş kesit dediğimiz yöntemle o anda öğrenebiliyoruz. Patoloji sonucu temizse, koltukaltı lenf bezlerini temizlemiyoruz.
Koltukaltı lenflerinin temizlenmemesinin avantajları nelerdir?
İki önemli avantajı vardır. İlki, hastalığın memede sınırlı kaldığının, yani erken evre olduğunun kanıtıdır. İkincisi, hayat kalitesi ve konforunu arttırmasıdır. Koltukaltı lenf bezleri temizlenmeyen hastalarda lenfödem dediğimiz kolun şişme olasılığı çok düşüktür. Kol hareketlerinde bir kısıtlamaya gerek yoktur.
Koltukaltı lenflerinde tutulum olan her hastada koltukaltı temizlenmelimidir?
Yakın zamana kadarkoltuk altında lenf bezi tutulumu olan hastalara koltukaltı lenf bezi temizliği yapılırdı. Son dönemlerde, biz bu hastaları önce kemoterapiye gönderiyoruz. Sıralamayı değiştirip ameliyatı, kemoterapi sonrasına bırakıyoruz. Buna Neoadjuvan tedavi deniyor. Bir çok hasta bu tedaviye iyi cevap veriyor ve memedeki kitleyle birlikte koltuk altındaki hastalıklı lenf bezleri kaybolabiliyor. Bu grup hastada ameliyat sırasında bekçi lenf nodu örneklemesi temiz gelirse, koltukaltı temizliği yapmıyoruz.
Meme kanserinin cerrahi tedavisinde başka yenilikler varmıdır?
Evet. Meme kanderinin tedavisindeki başarının artması sonucu, hastalar zaman içerisinde estetik kaygılarını daha çok dile getirmeye başlamışlardır. Bunun sonucunda onkoplastik cerrahi uygulamaları ortaya çıkmıştır. Son yıllarda popülaritesi oldukça artan onkoplastik cerrahi sağladığı çeşitli avantajlarla özellikle kadınların ilgisini çekmektedir. 
Onkoplastik cerrahi  nedir?
Onkoplastik cerrahi, meme kanserinin cerrahi tedavisinin daha iyi bir kozmetik sonuç elde etmek amacıyla, plastik cerrahi prensiplerine uygun bir şekilde yapılması şeklinde tanımlanabilir. Amaçlarını; meme koruyucu yapılması zor ameliyatları, meme koruyucu haline getirebilmek. Memesinin tümü alınan bayanlarda karın veya sırt kası gibi vücuda ait dokuları kullanarak yada silikon protezlerle yeni bir meme yapmak, meme koruyucuya uygun, hacimli memesi ve pitozu olan bayanlarda  her iki memeyi küçülterek kanserin tedavisini sağlamak şeklinde özetlenebilir.
Onkoplastik cerrahi  kanser açısından güvenli ameliyatlarmıdır?
Evet, kanser açısından son derece güvenli ameliyatlardır.
Kadınların en çok merak ettiği konu olan silikon sağlığa zararlı m?
Sağlığı tehdit etmeyen son derece uygun materyallerdir.
Meme sağlığı ve beslenme hakkında önerileriniz olur mu?
Bir bayanda kandaki kolestrol yağ dokusunda kadınlık hormonuna döndüğü için meme kanseri riski artıyor. Yani kilo almamak gerekiyor. Bu yüzden dengeli beslenmek çok önemli.  Özellikle spor yapmak kanser riskini azaltıyor. 


12 Temmuz 2016 Salı

KARATAŞTA BİR ANTİK KENT-MAGARSUS



Biz Adanalılar genellikle hafta sonları denizle buluşup şehirden biraz uzaklaşmak istediğimizde soluğu Yumurtalık’ta ya da Karataş’ta alırız. Denizle ve doğayla buluşmak için en fazla 1 saat mesafedeki bu duraklarda günü kurtarıp sahilde yemeğimizi yiyip döneriz çoğunlukla. Kafamızı pek yormayız başka şeylere. Ama geçen yıl tesadüfen tabelasını görüp ziyaret ettiğim, Efes’i Aspendos’u aratmayacak büyüklükte ve güzellikte bir antik tiyatroyla karşılaştım Karataş’ta “Magarsus”. Yolda tabelaları takip ederken bu kadar güzel bir şeyle karşılaşacağımı hayal etmemiştim. Her şeyden önce o kadar güzel bir manzarası vardı ki… Gezip gördükten sonra buradan kim bilir kaç kişi haberdardır diye düşündüm. Malum, yurt dışıyla kıyaslayınca pek önemsemeyiz benimsemeyiz biz tarihimizi ve bize miras kalanları. İşte bu yüzden yazmak istedim herkes bilsin ve gidip görsün istedim. Amfinin basamaklarından birine oturup denize bakarak bundan 2500 yıl önce burada birilerinin var olduğunu düşünmek, bilmek inanın müthiş bir duygu. Bence bu hafta sonu kendinize bir iyilik yapın ve Magarsus’a uğrayın , tabii gitmişken sahilde deniz kokusuyla ve güzel bir balık sofrasıyla günü kapatmayı unutmayın
.
Magarsus, yaklaşık 2500 yaşında olan ve tarihi M.Ö.5’inci yüzyıla kadar uzanan antik bir kent. Tipik bir Helen tiyatrosu özelliği taşıyan Magarsus Antik Kenti kendi adına para bastırabilecek kadar güçlü krallara ev sahipliği yapmış görkemli ve önemli bir yerleşim bölgesi. Her ne kadar günümüze sadece kent surları ve tiyatrosu kalsa da Karataş ilçesi’nin sokaklarında gezdiğinizde Magarsus’un tarihi dokusunu içinizde hissedebiliyorsunuz.

Planlı İlk yerleşim yerlerinden biri olan antik Magarsus'un m.ö.1400 ile m.ö.1200 lü yıllar arasında kurulduğu Alman Prof.Th. Bossert tarafından yapılan araştırmalarla ortaya ko-nulmuştur.
Bu antik kent, Karataş’ın 5 km batısında yer alır Grek, Roma ve Bizans dönemlerinde önemli bir yerleşim kenti özelliğini gösterir.
Magarsus ilkçağ’dan ortaçağa kadar Akdeniz ticaretini ellerinde bulunduran Fenika, Rodos, Girit, Venedik, Ceneviz hatta Portekizli deniz ticaret filolarının uğradıkları gelişmiş bir ticaret kentiydi.
Roma imparatoru Justinyen, Mısır seferi'ne giderken buraları İstila etmiş Magarsus kalesini de yıkmıştır.
Batı Roma İmparatorluğu yıkıldıktan sonra Kilikya eyaleti İle Magarsus kenti de Bizans sınırlarına alınmıştır.
Magarsus askeri açıdan önemli bir noktaydı. Kent kalesi, Ceyhan nehri boyunca sıralanan Mallos, Mopsuhestia, Hemite, Hierapolis ve Asitavanda kentlerinin kilit noktasını oluşturuyordu Çünkü Prof. Bossert'in de açıkladığı gibi Magarsus kentinin kalesinin sağ bâtısından Ceyhan nehri denize dökülürdü.
Ticari yük gemileri, Magarsus denetiminde hemen kalenin dibindeki batı ağzından Ceyhan nehrine girerek, bugünkü Kızıltaha köyünde yer alan antik Mallos kentine ulaşır, getirdikleri yağ, şarap, sabun ve zeytini satar, buradan da tahıl baharat ile ipek ve canlı hayvan götürürlerdi. Bazen gemilerin Misis'e ulaştıkları da görüldü.
Roma İmparatorluğu çağında Çukurova en parlak dönemlerini yaşamıştır. Buradan götürülen tahıllar Roma imparatorluk sarayına ulaşırdı. Persler döneminde ise canlı hayvan olarak, at ticareti yapılırdı. Tarımsal dönemi antik çağların derinliklerine uzanan dönemlerde bu bölge için çok önemli savaşlar verilmiştir.
Homerous'un İlyada'sı Magarsus'un, Misis'i kuran Mopsos'un Turuva savaşlarında tanışıp Çukurova'ya getirdiği Yunanlı Anfloksos tarafından kurulduğunu yazar. ve Anfloksos'un iktidar hırsıyla m.ö.1184 yılında Çukurova'ya hakim olma isteğiyle Mopsos'un da deniz ticaretini engellediği gerekçesiyle olmalı ki, kanlı savaşlara tutuşurlar. Bu nedenle ikisinin de bu kentin tiyatrosunda savaşa tutuştuğunu ilyada'dan öğreniyoruz.
Yani Magarsusun ilk çağların gerilerinde Helenistik bir kent olduğunu .ve Olympus'ta yaşayan birden çok tanrıya inanan insanların kenti olduğunu anlıyoruz.

ÖZGÜRLÜĞE AÇILAN KAPI: MOTOSİKLET

İnsanoğlu şimdiki zamanı yaşamasına rağmen aklında ya geçmişi ya da geleceği vardır. Akşam yemek yerken kafanızda, bir yandan gün boyu yaptıklarınız, diğer yandan da yemekten sonra izleyeceğiniz dizi film olabilir. Yani şimdiki zamanı yaşarken aklımız aynı anda hem gelecekle hem de geçmişle meşguldür.  Ama Motosiklet kullanırken kafanızda sadece, çok dikkatli olmanızı gerektiren şimdiki zaman vardır. Düşünün saatte 100 km hızla giderken etrafınızdaki demir yığınlarından sizi koruyan tek şey kaskınızdır. Bizim için çok tehlikeli olduğunu düşündüğümüz bu sporu hastanemizin motosiklet tutkunu olan Doç. Dr. Alihan Derincek ve Uzm. Dr. Süleyman Tatlı doktorlarımıza sorduk.

Motosiklet kullanmaya ilk ne zaman başladınız?
Alihan DERİNCEK: 3 yıldır kullanıyorum
Süleyman TATLI: İlk Lise yıllarında arkadaşların motorunu kullanarak başladım
Bu motosiklet tutkusu nerden geliyor?
Alihan DERİNCEK: Aslında motorlu taşıtlara ilgim çocukluğumdan beri var. Küçük yaşlardan itibaren bisiklete bindim hatta tüm yaz tatilim bisiklet üzerinde geçerdi. 10 yaşımda ilk kez mobilet kullandım ve çok zevk aldım. Çünkü bisiklete göre oldukça hızlıydı.  Düşmeden sürebildim ve mahallede çok sükse yaptım. Sanırım tutkuya ait ilk tohumlar o zaman yeşermeye başladı. Sonra yıllar boyu ilgim daha çok otomobiller üzerine oldu. Çünkü yollarda ya da çevremde çok fazla motosiklet görmüyordum. Yıllar içinde Türkiye’de motosiklet sayısı arttı. Her tarz ve her zevke uygun motorlar gelmeye başladı. İnsanlar artık ulaşım aracı olması dışında, keyif amaçlı motosiklet kullanmaya başladı. Bende tekrar bu iki tekerli canavara binmeye karar verdim
Süleyman TATLI:  İlk bisikletle başlayan daha sonra başka motosiklet kullanıcıların arkasında seyahatimde ilk rüzgarı aldığımda işte benim tutkum, aracım dedim. İnsana özgürlük hissi veriyor.
Bize motosikletinizden bahseder misiniz? İlk motosikletiniz mi eğer değilse ilk motosikletiniz neydi?
Süleyman TATLI: Şu an kullandığım makine İtalyan üretim Ducati Scrambler İcon 800 CC çift silindir. İlk kullandığım motor 30 yıl önce çift Jawa 350 CC
Alihan DERİNCEK: İlk motosikletim Suzuki DL 650 idi. Daha çok Enduro özellikli bir motordu. Sonra tarz değiştirdim ve daha racing özellikler taşıyan Honda VFR 800 aldım. Her şey eşimle bir motosiklet mağazasında gördüğüm İntruder 800 M Chopper tarzı motoru görene kadarmış. Oldukça yakışıklı ve kaslı bir görünüme sahipti. Çok etkilendik ve bir sürede bu motora bindik. Son olarak şu an BMW 1200 GS marka bir motora sahibim.
Üye olduğunuz gruplar var mı? Motosiklet gezilerine ve etkinliklerine katılıyor musunuz?
Süleyman TATLI: ÇEMK Çukurova Enduro Motosiklet Kulübü grup halinde Enduro Makinelerle Toros Dağları gezileri amatör Enduro arazi, kum pisti yarışları, en son bu yıl Manavgat Motosiklet Festivali
Alihan DERİNCEK: Beraber tura çıktığımız bir grubumuz var. Katı kuralların olmadığı, üyelik gerektirmeyen  sadece beraber sürüş yapmaktan keyif aldığımız fırsat bulanın sürüşe geldiği bir grup.
Motosikletle ilgili daha önce eğitim aldınız mı?
Süleyman TATLI: Gençlik yıllarında herhangi bir eğitim almadan kendi gözlem kazandığımız tecrübelerle başladık ancak motor gücü yüksek CC makinelerle ilgili ileri sürüş teknikleri engellerden zıplama, arazide atlama,kumda sürüş teknikleri eğitimleri aldım.
Alihan DERİNCEK: Motosiklet almadan önce tabii ki eğitim aldım. Bu eğitim önce kapalı alanda başladı. Kapalı alanda eğitim sonrası yol sürüş eğitimleri aldım. Sonra eğitmenim ‘güvenli sürüş yapabiliyorsun, motosiklet almanda sakınca yok’ dedikten sonra ilk motorumu aldım. Çok kısa bir süre önce  ileri sürüş tekniklerini içeren sertifikalı diğer bir eğitim daha aldım. Bu eğitim bundan sonra alacağım master eğitimlerin temelini oluşturacak. Yani öğrenme hiç bitmeyecek, tıpkı kendi mesleğimde olduğu gibi.
Bize motosikletinizle yaptığınız en uzun yolculuğunuzdan bahseder misiniz? Ne hissettiniz?
Alihan DERİNCEK: ADANA-KARADENİZ-BATUM (Gürcistan) şeklinde yaklaşık 2800 km uzunluğundaki,  geçen yaz Dr Koray Görücü ile yaptığım yoldur. Yaklaşık 10 gün sürdü ve hayatımda yaptığım en keyifli karayolu yolculuğu idi. Ağustos ayında Karadeniz yaylalarının serinliği, orta Anadolu’nun yemekleri ve Batum sahilleri bir harikaydı. Tabii ki yol arkadaşımın seyahate kattığı neşe ayrı bir terapi oldu
Süleyman TATLI: Yaptığım en uzun yolculuk Adana-Afyon-Bursa arası. Kapalı araçla seyahat ayrı, motosikletle ayrıdır. Direk havayı, rüzgarı hissedersiniz. Görüş alanınız daha geniştir. Kendinizi özgür hissedersiniz. Yolun bittiği yerde bile yolunuza devam edersiniz. Çevreye, doğaya çok yakın, iç içe olursunuz. Ancak efor sarf eder, yorulursunuz. Aslında motor kullanmak da bir nevi spor yapmaktır.
Motosikletinizi yalnız kullanmayı mı tercih ediyorsunuz yoksa yanınıza yolcu alır mısınız?
Alihan DERİNCEK: Mümkünse uzun yola tek başıma çıkmayı tercih etmiyorum. Zira yolda her şey olabilir ve yardıma ihtiyaç halinde 2 kişi olmak her zaman daha iyidir. Fırsat bulabilirsek eşimle seyahatlere çıkıyoruz. Onun keyfi de apayrı oluyor tabi ki.
Süleyman TATLI: Genelde artçı almayı sevmem, ancak zorunlu hallerde eşim ve çocuklarımı güvenli ortamlarda alırım.
Koruma ekipmanları ve motosiklet elbisesi kullanıyor musunuz? O olmadan kesinlikle binmem dediğiniz bir ekipmanınız var mı?
Süleyman TATLI: Genelde tam koruma dediğimiz kask, sırtlık, omurga koruma dirsek, omuz korumalı mont, eldiven, bot. Kasksız yola çıkmam abi!
Alihan DERİNCEK: Tüm ekipmanlarımı tam olarak giyerim. Kask, motosiklet montu ve pantolonu, çizme, eldiven. Bunlar olmadan asla yola çıkmam. Hepsi gerekli ,sadece kask yetmez. Motosiklet kazalarında ekipmansız sürücülerin başına neler geliyor çok iyi biliyorum çünkü bu şekilde çok hasta ameliyat ettim.  Tabii ki sadece ekipman yetmez güvenli sürüş tekniklerini bilmek ve bunları doğru uygulamak çok önemli. İyi sürücü riskler oluşmadan bunları gören ve ekarte eden sürücüdür.
Bir motosiklet meraklısı olarak bize başınızdan geçen en ilginç olayı anlatır mısınız?
Süleyman TATLI: Şanlıurfa GAP Arenada, Dünya Akrobatik Motosiklet Şampiyonası’nda 30-40 metre uçan motosikletleri gördükten sonra aynı motosikletten bende de var deyip, Balcalı Sarıçam Ekstrem Parkurunda motosikletimle traktör tekerleği üzerinden atlamak istedim. Lastiğe çarpan motor hızla havaya doğru yükseldi. Yer gök birbirine karıştı. Motor ayrı, ben ayrı yere düştüm. Allah’tan koruma ekipmanları vardı fazla hasar almadan atlattım. Ara sıra belim hala ağrır.
Alihan DERİNCEK: Yolda tabii ki çok şey yaşanıyor. Karaisalı’yı geçtikten sonra Bucak kasabasına doğru ilerlerken yerleşim yerlerinden uzakta bir bölgede keyifli bir şekilde virajlara girerken, keskin bir virajın sonunda yolun tam ortasında bir büyükbaş hayvan sürüsü gördüm ve frene sonuna kadar bastım, motor son anda durdu. Grup lideri inek ile resmen burun buruna geldik. Yaklaşık 5 sn o da ben de hareket edemedik. Aklımdan sürekli nasıl kaçabilirim diye düşünüyordum ancak geri de gidemiyordum zira virajın içindeydim. Sürü de hareketsiz bekliyordu. Etrafta sürü sahibi ya da çoban da yoktu. Tam nasıl kaçarım diye düşünürken, neyse ki düşman olarak algılanmadım ve sürü asfalta işaretler bırakarak ağır adımlarla uzaklaştı. Sanırım tepkilerini bu şekilde gösterdiler. Heyecan yerini kahkahaya bıraktı. O virajı her geçişimde tedirgin olmuyor değilim halen.

Türkiye’de ve özellikle Adana’da motosiklet kullanmakla ilgili ne düşünüyorsunuz? Sizce motosiklet kullanma teşvik edilmeli mi? Eğer edilmeliyse neler yapılabilir?
Alihan DERİNCEK: Adana ve çevresi coğrafik olarak sürüşe çok uygun. Doğa sürüşü ya da etraf illere yapılacak çok sayıda rota mevcut. 2 saat mesafe içinde çok güzel lezzet durakları ve muhteşem manzaralar mevcut.
Türkiye’ de Motosiklet kullanımı teşvik edilmeli ancak sürüş eğitimi ciddiye alınmalı. Maalesef sürücü kursları yeterli eğitimi vermiyor. Güvenli sürüş eğitimi almayan adaylara ehliyet verilmemeli.
Diğer sürücülerin de motosikletler konusunda farkındalığının arttırılması şart. Çünkü motosikletler çoğu sürücü tarafından motorlu taşıt olarak algılanmıyor ve hiçe sayılıyor.

Süleyman TATLI: Adana’da, her geçen gün araç sayısı hızla artıyor, ancak yollar kavşaklar, otoparklar yetersiz kalıyor.Ülkemizde ve Adanamız’da trafik sorununun temel çözümü, fertleri bisiklet ve motosiklet kullanmaya teşvik etmek. Ancak Adana’nın şu anki şartlarında, trafikte motosiklet kullanmak inanılmaz tehlikeli, yollar müsait değil. diğer araç sürücüleri sizi araçtan saymıyor, sizi önemsemiyor, küçük araç olduğu için göremeyebiliyor. Diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi bisiklet motosiklet yolları inşa edilmeli. Trafikte sevgi, eğitim şart.

8 Temmuz 2016 Cuma

14 SENE SONRA GELEN MUTLULUK: KAPAK İNGİLTERE’DEN HAYAT MEDLİNE’DAN GELDİ

Kalp kapağında daralma olan Tuğçe Bengü (14), Özel Medline Adana Hastanesi’nde Çocuk Kalp Damar Cerrahı Doç. Dr. Hakan Poyrazoğlu’nun gerçekleştirdiği açık kalp ameliyatıyla kalp kapağı değiştirilerek tekrar hayata tutundu.

Daha 9 aylıkken Kalp Kapağında daralma olduğu ve büyüdüğünde kalp kapağının değiştirilmesi gerektiği teşhisiyle Çocuk Kalp Damar Cerrahı Doç. Dr. Hakan Poyrazoğlu’na başvuran İrahir ve Sami Bengü çiftinin çocukları Tuğçe, yine aynı doktorun 14 sene sonra gerçekleştirdiği kalp kapağı değişimi ameliyatıyla hayata tutundu.

14 SENE SONRA AYNI DOKTOR

Osmaniye’de yaşayan İrahir ve Sami Bengü çifti, çocukları Tuğçe’de  göğüs ağrısı, çarpıntı ve çabuk yorulma şikayetleri artınca kalp kapağının değişmesi için iyi bir doktor aramaya başladı. Yaptıkları araştırmalar sonucunda 14 sene önce çocuklarına kalp kapağı daralması teşhisini koyan Çocuk Kalp Damar Cerrahı Doç. Dr. Hakan Poyrazoğlu’nu tekrar buldular. Özel Medline Adana Hastanesi Çocuk Kalp Damar Cerrahisi bölümüne başvuran çiftin çocukları tedavi altına alındı ve hemen Tuğçe için uygun kalp kapağı aranmaya başlandı.

GÜZEL HABER İNGİLTERE’DEN

14 yaşına gelene kadar zorlu bir çocukluk geçiren Tuğçe Bengü’nün daralma olan kalp kapağı için beklediği güzel haber İngiltere’den geldi. 56 yaşında bir hastadan alınan kalp kapağı başarılı geçen bir operasyonun ardından Tuğçe’ninkiyle değiştirilerek hastanın tekrar sağlığına kavuşması sağlandı.

Operasyonun ardından Çocuk Kalp Damar Cerrahı Doç. Dr. Hakan Poyrazoğlu yaptığı açıklamada “Hastamızla ilk defa 9 aylıkken tanıştık. Aile kalbinde bir sorun olduğu şüphesiyle bize gelmişti. O zaman yaptığımız değerlendirmeler sonucunda kalp kapağında daralma olduğu teşhisini koyduk. Ama yaşı itibariyle kalp kapağını değiştiremezdik. Biz de büyüdüğünde değiştirilmesine karar verdik. 14 sene sonra hastamızın göğüs ağrısı, çarpıntı ve çabuk yorulma şikayetleri artınca aile tekrar doktor aramaya başlayıp bize ulaştılar. Başarılı geçen bir operasyonun ardından hastamızın kalp kapağını değiştirdik ve tekrar sağlığına kavuşmasını sağladık.” Dedi.


Çocukları sağlığına kavuştuğu için mutlu olduklarını dile getiren anne İrahir Bengü “doktorumuza ve Medline ailesine ne kadar teşekkür etsek azdır. Kendilerinden Allah razı olsun. 14 sene sonra doktorumuzu tekrar görünce gözümüz kapalı kızımızı emanet ettik. Şimdi artık kızımız da diğer çocuklar gibi yorulmadan koşup oynayabilecek. Çok mutluyuz” dedi.

4 Temmuz 2016 Pazartesi

-YÜRÜYÜŞ YAPMAK-

Dünyada yaşayan bütün toplumların ortak bir sporu olduğunu hiç düşündünüz mü? Yürüyüş yapmak, farkında olmadan her toplumun binlerce yıldır yaptığı tarihin en eski sporu. Bu kez sizlere bu ata yadigarı sporun düzenli yapıldığında nelere iyi geleceğini sıraladım: • Kalp ve akciğerin daha faydalı çalışmasını sağlar • Vücut yağının yakılmasının yanı sıra metabolizma hızını arttırarak daha hızlı kalori yakmamızı sağlar. • İştahımızın da kontrol edilmesine yardımcı olur • Enerjimizi arttırır • Stresi azaltır ve daha genç kalmamızı sağlayarak yaşlanmayı erteler. • Yüksek tansiyonun düzenlenmesini sağlar. • Çağımızın hastalığı olan diyabetin tedavisinde etkilidir. • Prostat, kolon, göğüs kanseri dahil olmak üzere bazı kanser türlerinin görülme riskini azaltır. • Uyku kalitemizi yükselterek daha zinde uyanmanızı sağlar. • Bacak, kalça ve gövde kaslarını kuvvetlendirerek bağırsaklarımızın daha düzenli çalışmasına yardım eder. • Kemiklerimizin güçlenmesini sağlayarak özellikle yaşlı kadınlarda görülen kemik erimesi hastalığının tedavisinde yardımcı olur. • Sırt ağrılarının giderilmesini sağlar. • Esnekliği arttırır. • Kan dolaşımını arttırdığı için daha sağlıklı bir cildimiz olur. • Moralimizi yükseltip özgüvenimizi arttıran yürüyüş hafızamızı da geliştirerek problem çözme yeteneğimizi arttırır.

30 Haziran 2016 Perşembe

-DONDURMANIN GÜCÜ ADINA-

Siz hiç yaz aylarında annesinden ıspanak isteyen bir çocuk gördünüz mü ya da kuru fasulye istediği için annesi tarafından azarlanan hatta çekiştirilen çocuk? Tabiki göremezsiniz. Bunların hepsini yaşatan son derece ara bozucu ama bir o kadar da cezbedici bir yiyecek var.
Genelde vücudumuz bizden bağımsız olarak mevsimine göre ihtiyaçlarını belirleyen bir mekanizmadır. Nasıl kış ayında daha çok içimizi ısıtacak içecek ve yiyeceklere ihtiyaç duyuyorsak yazın da bizi bunaltıcı sıcaklarda serin tutacak yiyecek ve içeceklere ihtiyaç duyarız. Yazın aslında serinlemek için çeşidin bol olduğu bir mevsim. Biz bu sayıda bunlardan sadece birini sizinle paylaşacağız. Medlife Adana’da bu kez yaz ayının değişmez lezzeti dondurmayı buzdolaplarınıza misafir edeceğiz.
Gelato Dondurma Tarifi
Malzemeleri:
  • 2 su bardağı süt,
  • 1 paket süt kreması ( veya 1 su bardağı soğuk sütle çırpılmış 2 paket krem şanti bir kutudan çıkan iki paketin hepsi),
  • 1 su bardağı toz şeker,
  • Yarım su bardağı kakao,
  • 2 buçuk silme yemek kaşığı nişasta,
  • Bir çimdik tuz,
  • Ve son olarak isteğe göre çikolata ve fındık parçaları.

Gelato dondurmanın yapılışı:
İlk önce iki su bardağı sütü ve toz şekeri tencereye koyalım. Sonra içine kakaoyu, nişastayı ve bir çimdik tuzu da ilave edelim. Tencerenin içine koyduğumuz malzemelerin hepsini karıştırıp, malzemeler çözülüp koyulaşana kadar pişirelim ve ocağı kapatalım. Daha sonra bir kaseye aktarıp kabuk bağlamaması için plastik film ile yüzeyini kaplayıp buzdolabında tamamen soğuyana kadar bekletelim. Soğuk süt kremasını yaklaşık iki katına çıkana kadar mikserle çırpalım. Soğumuş olan kakaolu karışımla karıştırarak birleştirelim. Sonra isteğe göre parça çikolata ya da  fındık parçalarını ilave edebilirsiniz. Karışımı geniş yayvan bir kabın içine aktaralım karıştıralım ve kapağı açık halde hemen donmaya başlaması için buzluğa koyalım. Sonra kenarlarından donmaya başlayan dondurmayı kaşıkla sıyırıp tekrar karıştıralım ve kapağını kapatıp buzluğa alalım. Aynı işlemi 1-2 saat arayla tekrar edip dondurmanız donarken hava karışmasına sağlayalım. Yeterince donduktan sonra kaselere koyup servis yapalım
Afiyet olsun...


Damla Sakızlı Dondurma Tarifi
Malzemeleri:
  • 2 Litre tam yağlı Süt ( Sütün iyi kalitede olması çok önemli)
  • 2 buçuk bardak şeker (su bardağı)
  • 3 adet damla sakızı
  • 1 yemek kaşığı salep
  • 1 yemek kaşığı pirinç unu veya mısır nişastası
Damla Sakızlı dondurmanın yapılışı:

Öncelikle damla sakızlarını bir havan yardımıyla döverek ufak parçalara bölelim. Daha sonra Salep, 2 kaşık toz şeker ve nişastayı karıştırın. Sonra bir bardak süt ilavesi yaparak karışımın çözülmesini sağlayın ve çözülen karışımı kenarda bekletin. Kalan sütü derin bir tencereye dökün ve kaynatın. Kaynayan sütün içine kalan toz şekeri ekleyin. Daha sonra yaptığımız karışımı ağır ağır çırparak kaynamakta olan tencereye ilave edin. Sütü ateş kısık olacak şekilde 35-40 dakika civarında kepçe yada büyük bir kaşık ile ara ara, savurarak karıştırıp bu şekilde kaynatın. (Savura savura karıştırmak çok önemli bir püf noktasını oluşturuyor)  Ocağın üstünden almadan 5 dakika kadar önce daha önce havanda ezdiğimiz damla sakızı parçalarını tenceredeki karışıma ekleyelim. Ocağın ateşini kapattıktan sonra ılıkla yana kadar yine aynı şekilde 5 dakika ara ile karıştırın. Artık soğuma aşamasına yaklaşmış olan dondurmanın kapağını kapatın ve buzdolabının dondurucu kısmına koyun. Dondurucudaki dondurmanızı 1 saatlik aralarla dışarı çıkarıp mikserle çırpın. Artık mikserle çırpılamayacak katılığa geldiğinde büyük bir kaşık ile döve döve çırpmaya devam edin. Dondurma kıvamına gelene kadar aynı şekilde dondurucudan çıkarıp çırpmaya devam edin. Ne zaman ki kaşıkla da karıştırılamayacak kıvama geldi o zaman damla sakızlı dondurma zaten olmuştur. Afiyet olsun.

-ATTAN İNİP OTOMOBİLE BİNMEK-

“Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filan da gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar”
Turgut Uyar


İlk motorlu taşıtı yapan Fransız mucit Nicolas Joseph Cugnot’ın tasarladığı araç saatte yaklaşık olarak 4-5 kilometre yol alabiliyordu. Ama her 20 kilometrede deponun doldurulması gerekiyordu.  Bu keşif yüzyıllardır insanoğlunun atlarla beraber yaptığı yol arkadaşlığına ciddi sekte vuracaktı. Teknolojik gelişmelerle beraber atlar günlük yaşamın odağından yavaş yavaş kenarlarına doğru yerini almaya başladı.

Çok eski çağlardan beri insanlarla birlikte yaşayan ve insanoğlunun her zaman en yakın arkadaşı olan atın, dünya üzerinde ilk kez kimlerin tarafından evcilleştirilip hayatımızın bir parçası haline getirildiği tam olarak bilinmemektedir. Ama bundan yaklaşık 4000 yıl önce Orta Asya Türklerinin atı günlük hayatlarında kullandıkları bilinmektedir. Atın insanoğlunun gelişim sürecine yaptığı katkı  inkar edilemez bir gerçektir. İnsanlık tarihi incelenirken, atın günlük hayatımızdaki yeri, savaşlardaki rolü, tarım, ulaşım ve iletişimde insanoğluna yaptığı hizmetleri de göz önünde bulundurmamız gerekir.

Roma İmparatoru Caligula’nın Incitatus ismi verdiği atına olan sevgisi bilinmektedir. Atı için fildişinden yemlik, mermerden bir ahır, mor battaniyeler, kıymetli taşlarla süslü bir tasma yaptırmıştır. At bazı akşamlar imparatorun sofrasına diğer davetlilerle beraber yerini almakta ve hizmetliler ata hizmet etmekteydi.  İmparator’un at sevgisi diğer senatörlerin de at sevgisini artırır. İmparator atının evlenmesi gerektiğini düşündüğünde ona kızını vermek isteyen senatörler bile çıkar. Hatta Caligula o kadar ileri gider ki atını Consül ilan eder.
Kralın sofrasında yer bulan At figüründen fakir köylünün yiyeceğini paylaştığı yoldaşı olan at figürüne kadar insanın en zorlu zamanlarında at ve insan ilişkisi hem duygusal hem de yaşamsal olarak büyük önem taşımıştır.

Günümüzde sportif amaçlı kullanımı devam etmekle beraber yaşamsal alanda artık yeni bir dostumuz var. Mekanik bir dost. Geçmişte atımızla kurduğumuz dostluğu bugün otomobilimizle kurmaya çalışıyoruz. Çoğumuz arabayı bir tutku haline getirip onu hayatımızın merkezine konumlandırıyoruz. Hatta duygusal bağımızı o kadar kuvvetli tutuyoruz ki satarken bile zorlanıyoruz. Geçmişte atımız için beslediğimiz duyguları bugün otomobilimiz için hissediyoruz. Bu yüzden ata binmek belirli bir kesimin hobi olarak yaptığı bir eğlenceden öteye gitmiyor.

Ama yine de çoğumuz, bu kadar çok motorlu aracın arasında, hayatımızda en az bir kez kendimizi bir atın üzerinde hayal etmişizdir. Binicilik, atalarımızdan bizlere kalan ve genlerimize kadar işleyen bir istek, şehir hayatının yorgunluğundan kurtulmanın, doğayla baş başa olmanın en zevkli yoludur. Artık daha çok zengin sporu gibi görünse de binicilik kulüplerinin artmasıyla herkesin kısa süre de olsa özlemini gidereceği bir etkinliktir.